Çarşamba, Temmuz 25, 2007

Seçmenler uzun bir aradan sonra “erken” gelen bir seçim yüzünden gene işbaşındaydı geçtiğimiz Pazar günü.
Günlerce yapılan hazırlık ve tanıtımlar o gün son buldu.

Yani;
Caddeleri adeta dikenli tel gibi saran parti bayrakları, amatörce döşenmiş ses tesisatlı araçlar ve yollarda ellerinde broşürler dağıtan gençler o güne kadar var oldu. Devletin partilere ayırdığı ödenekle partiler bunları yaptı. Bir nevi bizim paramız bizim gözümüze seçim dalgasına sokuldu…

Ne oldu?
Aylardır muhalefet ve yandaşlarına eklenen “gazcı” basın - yayın organlarına rağmen iktidar partisi hiç kimsenin (1 kişi dışında) hatta kendisinin bile beklemediği bir sonuçla tavan yaptı. Her 2 kişiden 1’i, iktidarın yeniden var olmasını istemiş, oyunu onlara vermiş oldu böylece.
Yeniden “ak” diyen topluluğa devletin verdiği fiyatı beğenmeyen fındıkçılar, hemşerilerine artık yeter diye Antalya’lılar bile dahil oldu. Oy oranlarındaki büyük fark hiçbir çamursal faaliyetinde meydana gelmemesine sebep oldu böylece.


Toprakçılık her yerde bakii…
“Toprakçılık” argo’da, hemşehrilerin gurbette yada iç sahada diğer yabancı alternatiflere karşı desteklenmesi sahip çıkılması anlamına geliyor. Bunun örneklerini özellikle erkekler askerde görürler. Bunun yanında illegal şekilde yardım gereken her yerde de rastlanılır bir durumdur.
Bu olayı fiiliyatta 22 Temmuz seçimlerinde de gördük.
Sağ – sol mevzularında birbirini kıran illerdeki seçmenler, tanıtımlarını iyi yapacağını düşündükleri yada ülke çapında sivrilmiş (ideolojik fikirleri yüzünde öne çıkmışlardan bahsetmiyorum) isimler için tek ses olmakta ve bu sayede bağımsız bir aday tek başına partileri ezip geçmekte. Buna en iyi örnek Rize ve Elazığ seçmenlerinin meclise gönderdiği milletvekilleridir. Önceki seçimlerde ise bu imece (hatırladıklarım) Malatya, Trabzon ve Kayseri’de görülmüştür.
Mantığı olmayan, doğruları ortaya çıkmamış takım tutan fanatik bir taraftar gibi koca bir kentin sadece tanınmış olduğu için bir ismi meclise sokması… Bize mahsus bişeydir bu da sanırım…

Geçtiğimiz aylarda;
Onca miting yapıldı “Cumhuriyet”e sahip çıkmak adına. 70-80 milyonluk ülkemden binlerce insan Al Bayrağımızla meydanlara koştu. Marşlar söylendi, vatanın tehlike altında olduğu uyanmaları gerektiği ve de bu gidişe bir dur denilmesi gerektiği söylendi durdu. Birkaç kanal bu mitinglerin resmi organı, birkaç sol parti ve bir grup aydın “modern” de genel kurulunu oluşturdu.
Olaylara objektif bakamayan dolayısıyla da doğru şekilde yorumlayamayan insanlar kendilerini bir tarafa dahil etmek zorunda kaldılar. Zorunda kalmaları tamamen kendilerinden dolayı tabi. Kimse kimseyi bir taraf olmasına zorlamadı, zorlayamazda elbet. Fakat taraf olma huyumuz meşhurdur.Daha düne kadar Türk halkı, Tülin ve Caner diye ikiye bölünmüş, en büyük gazetelerde Tülin ve Caner’i manşet olmuştu. Hey gidi hey…

Gelelim bugüne…
Aynı şartlarda yaşamaya devam ediyorum, mitinglere katılan arkadaşlarım gibi. O zaman da korkmuyordum, şimdi de. Al Bayrağımız da olması gereken yerde, yani her şey yerli yerinde, olması gerektiği gibi.

Salı, Temmuz 17, 2007

Sıcağım…
Kendi suyumda yanıyorum.
Yandıkça karadan, karalardan uzaklaşıyorum.
Adı konmamış bir hastalık gibi reddediyor bünye ürettiğim tüm çareleri.
Ne yana dönsem temmuz sıcağı ensemde.
Bekliyorum...
Birde ne beklediğimi bilsem...