Salı, Kasım 29, 2011

Özel Bu




Öz eleştri için oldukça vakit geç olmuş. Kapanmış mahalledeki tüm evlerin lambaları, çekmişler tüm perdeleri. Sobanın sıcağı nefeslerle birleşmiş, camlar olmuş yazı yazmalık. Hava da çok soğuk.

Bi kaç kedi var sadece, onlarda köşedeki çöpün dibindekileri tırtıklıyor.

Bir kadının erimiş topuk lastiklerinden çıkan ses kulağıma geliyor. O kadar sessiz ki etraf, görünmeyen birinin akordu bozuk topuk sesini duyuracak kadar.

Klarnetim küskün bir köşede, devrilmiş fotoğraf çerçevelerim ve hemen yamacımda içi boş sürahim.

Kasım, aralık'a sırnaşıyor. Her an birleşme gerçekleşebilir. Bence pozitif bir durum olmayacak ama kaderleri bu; illa Aralık üste çıkacak.

Sense şimdi büyük olasıkla son gelişinde kitaplığımdan aldığın fuardan alma imzalı kiabımı okumaktasın. Adını bilmiyorum o terliğin ama pofuduk dersem anlarsın. Onları ayağına giymiş, televizyonu sessize bağlamış, kanepede öylece uzanmışsın.
Biliyorum. Nerden biliyosun diyeceksin. E dedim ya.
Biliyorum işte :)

Cuma, Kasım 25, 2011

Kara haberle sadece ben değil; kuşlar, kelebekler, sokaktaki kediler, köpekler bile darmadağın. Hepimiz ağır yaralandık.
Aldığımız nefes cam kırığı oldu boğazımızda.
Ne yöne bakacağımı, ne düşüneceğimi, ne diyeceğimi ben hiç bilemedim...

Sahi, ne düşünmeliyim, sana ne sölersem biraz kafan dağılır sen akıl ver bana.
Ne dersem saçmalamamış olurum sen söyle bana da bir yerlerden başlayayım.
20 yıllık yol arkadaşıma “Yalandan bir geçmiş olsun” yetmez içimdekileri anlatmak için; cesaret, biraz daha cesaret ver Allahım, sihirli bir değnek ver elime, ver ki bir dokunuşla yok edeyim; saçları bile dökülmeden bu pisliği def edeyim..

Salı, Kasım 22, 2011

Paris

Paris'ten döneli yaklaşık 2 hafta oldu ama elim bir türlü yazmak için sayfama gitmedi. Şimdi de zoraki dokunuşlarla harfleri yapıştırıyorum ekranıma... Neyse bir yerden başlamam lazım sanırım.

Ramazan bayramında bir anda isviçre basel'e bilet aldık. Basel'den Paris'e geçeriz dedik. Geçtikde. Basel euroort diye geçiyor avrupada. Almanya,fransa ve isviçre'nin kesişim noktasında olduğundan bu üç ülkeye kapısı var. Schengen geçerli olduğundan rahatsınız. Biz fransa kapısından doğal olara fransa'ya girdik. Öncelikle en yakın tren istasyonu olan St.lois'e bi kaç dakikada otobüsle gittikten sonra st.lois''den Mulhouse'a 20 dakikada gittik. Zaten mulhouse dışında elimizde paris'e trenle gitmek için sadece strasburg seçneği vardı. Biz mulhouse'ı tercih ettik. Bu şirin kentin telafuzu her dilde başka.Kimi miloz, kimi muloz, kimide garip garip muloş falan diyor. Çıldır geliyo insana, bir de pratik zeka sıfır, bir de halkın ingilizce konuşmamaı ilk günden ilerleyen günlerde asabileşeceğimin habercisi oldu.

Fransa'da şehirler arası otobüs aramayın. Only tren. Öyle böyle tren değil ama çok profosyonel sistemle işleyen lüküs trenler. İçinde bar,wc herşey var. Uçak kadar da pahalı. Biz üçbuçuk saatte mulhouse'dan paris "gar de est"e vardık. Otelimiz gara çok yakındı bulmakta sorun yaşamadık.

İlk görüşte paris bana çok kozmopolit geldi. Harala gürele, zenciler ve trafik.

Bazı şehirler vardır insanı hemen kabul etmez, misafir muamelesi yapar kendini eğreti hissedersin. Gelip geçen gözleriyle sen turistsin die bağırır. Paris işte böyle bir yer hiç değil. Bir kere millet birbirinden korkuyor, hissediyosun. Herkes tabiri caizse fransız. Ölsen dönüp bakılacak yer değil. Bazen cevap alacağımı düşündüğüm tiplerle konuşmaya çalışıyorum. Adamın kulağının dibinde hello,excusme, aloooo, hemşeriiiiiiiiiiiiim dedikten sonra anca dönüp ablak ablak bakıyorlar.

İlk gece otelimizde hemen uyuduktan sonra ertesi gün şehri keşfetmek için dışarı çıktık. Pazar günüydü ve her yer kapalıydı. En yakın metroya gidip bir harita ve 10'lu bilet karnesi aldık.Metro çok karışık görünsede ilk etapda "direktion"ları kavradıktan sonra problem kalmıyor. İstediğiniz her yere paris'te metroyla ulaşabiliyorsunuz. Yani oteliniz eyfe'e uzakmış yada Şanzelize'nin dibindeymiş dert etmeye gerek yok. Metro fena fonksiyonel. Yalnız sidik kokuyor. Leş gibi çiş kokuyo şehir. Bu kadar çok içilen bir şehirde bu normal dieyebilirsiniz. Ama bu şehir de yerlerde öbek öbek kusmuk ve balgamlarda var. Bu şehirde insanların yüzde doksanı hayvan gibi yaşıyor. Geriye kalan yüzde onluk elit kısım jetset diyebiliriz. Ama yüzde doksan bildiğin hayvan. Paris'in adı sanı, kozmetik devi oluşu, moda merkezi oluşu sizi yanıltmasın. Obejektif olmam gerekirse ne kadınlar giyinmeyi biliyor ne erkekler nede travestiler. Çok varoşlar çok.

Bu şehrin ben en çok saint germen mahallesini sevdim. Orada zenci çok azdı, kafam rahattı. Çok şık cefelerde güzel şarap içme imkanı bulduk. Müthiş deniz ürünleri yedik. Güzel bi kaç insanla tanıştık. Ayrıca burada hayatımda yediğim en lezzetli kuki'yi yapan butik pastaneyi buldum. Manyak güzeldi.

Bunların dışında klasik olarak şehri üstü açık busla gezdik. Eyfele gttik, sen'de tekneyle gezdik.

Ama dedğim gibi ben en çok saint germen'i sevdim. Arka sokaklarında dolap beygiri gibi döndüm durdum.

Bu şehirde ben kilometrelerce yürüdüm...

Ama çok sevmedim. Hatta buraya foto bile koymuıycam. Görmek isteyen anasayfadaki albümüme tıklasın.

Bu arada disneylan'da ayrı bi yazı konusu.
Soru varsa alayım. Ayrıntıya grmycem.

Pazar, Kasım 20, 2011

Paris'te ...

Şizofren vücudumdan koparttığım organlarımı yollarına seriyorum, hoşgeldin. Kanlı bayramlarım, kumral ve artık yaşınla beraber dökülen saçlarına tutunmuş kırbaçlıyor en nadide yerlerini. Evet farkında tüm dünyalarım şarjımızın bittiğinin ama şiddet geçmeyen evcilik oyunlarım muhtemelen yeni cinayetlere gebe. Açıkça ihbar edemiyorum ruhumu...
Açıkça ele veremiyorum çamurlu ayak izlerimle kendimi...
Daha yeni başlıyorum.