Perşembe, Mart 26, 2009

Beyaz gül ve beyaz papatya


Kendi fikirlerim oluşup, objektif bir gözle etrafıma baktığımdan ve değerlendirebildiğime emin olduğumdan beri, eğer eleştiri yapacaksam yapıcı eleştirilerle insanların karşısına çıkmaya çalıştım hep. Benim gibi düşünmeyip tersini uygulayanları ise kolaycı, ucuza kaçan, söyledikleriyle yada yazdıklarıyla boşa çalışan insanlar olarak gördüm. Bu hususta da insanları ikiye ayırdım. Birincisi emek harcayıp bir eser meydana getirenler; ikincisi hiçbir icraatları olmayıp da eser meydana getiren, ter döken insanlara eleştirerek ya da çamur atarak hayatlarını idame ettiren asalaklar. Örneğin bir resmi ya da heykeli eleştirmek kolay olandır. Bir yapıyı, bir besteyi eleştirmek kolay olandır. Ya da şöyle değerlendirmek de mümkün. Emek verilip de üretilmiş bir obje sahibi her şeyden önce saygıyı hak eder ve bu doğrultuda emeğe saygı duymayıp ucuzca taşlamak, aşağılamak basit bir söylemden ileri gitmez. Kalıcı olan her halükarda eserdir, yitip gidecek olan, unutulansa sefil eleştiriler olacaktır.

Nuri Bilge Ceylan’da aynı Fatih Akın gibi son yıllarda popüler olmuş, kazandıkları ödüller le ülkemizin sözde reklamını yapmış yönetmenlerimizden. Birkaç yıl önce “iklimler”i, birkaç gün önce de “üç maymun”u izledim. Kafamda iklimleri günlerce analiz etmiştim izledikten sonra. Ödül kazanmış bir “sanat” filmiydi, velakin “üç maymun”un da akibeti öyle oldu. Sanat camiasının değerli bir sinema ödülüyle taçlandırıldı ve “yalnız” ülkemize yalnız olmayan Nuri Bilge Ceylan tarafından bu ödül hediye edildi. Gurur duyduk, günlerce magazin manşetlerinde okuduk. Tabi ki bunun üzerine geç de olsa “üç maymun”u da analiz ettim dün gece.

İlk paragrafın anafikrinde belirttiğim gibi derdim filmi eleştirmek değil, derdim bir film neye göre sanat filmi olur ve hangi kriterlere göre Avrupa filmlerimizi ödüllendirir? Kıstası nedir bunun? Asılmak istediğim noktalar buralar. Sonuçta ben hiç film çekmedim, sinema eleştirmeni de değilim. Aksine izlediğim her filmi beğenen, ucuz Vietnam filmlerini hatta Cüneyt Arkın’ın bol kılıçlı, Ayhan Işık’ın Belgin Doruk’un şöförlüğünü yaptığı filimleri defalarca izleyecek ve bıkmayacak kadar film aptalı bir kişiyim.

“İklimleri” şık ve pahalı bir sinemada yaklaşık 10-12 kişi kadar insanla izledim. Bu izleyicilerin bir kısmı sıkıntıdan ikinci yarı filmi izlemediler bile benim gibi filmin sonunu merak edenler ise bitimde hüsrana uğramış şekilde hatta ve hatta paramızı resmen sokağa attık diyerek çıktılar sinemadan dışarı. El kamerasıyla amatör bir şekilde çekilmiş gibiydi film ve senarist oldukça kelime tasarrufuna gitmişti senaryoda; üstelik o dönem krizde yoktu ülkemizde. Uzun süren suskunluklar gözleri konuşturuyordu sanki. Çok ucuz maliyetle kurtarılmış bir filimdi zannımca. Film bitiminde ben daha iyisini çekerim dediğimi hatırlıyorum bütün cahilliğimle. Benim gibi bir amatör bu yorumu yaptı gerisini siz düşünün.

“Üç maymun” “iklimler”e göre daha akıcı ve daha anlamlıydı. Fakat neye göre ödül aldığını gerçekten anlamış değilim. Siyasi bir sebep arıyorum bu ödülün verilmesine sebep. Orhan Pamuk’un Nobel’i kazanması neyle alakalıysa(!) bence üç maymun’un da ödül kazanması bunla doğru orantılıdır. Yada sinemada filmi birlikte izlediğim 12 kişi gerçekten aptalız.

Pazar, Mart 08, 2009

Aslında gelmişim ben



Bir mektup bırakmadım geride, sırf sen okumayasın diye.
Geride soğuk, önümse bahar.
Benim sanırım biraz daha umudum var...