Perşembe, Ekim 13, 2011

Sen benim yağmurlardan sonra beliren güneşim, yazımsın.

Ve yazımsın ki ruhuma en derinden kazınmış.



Şimdi uzağımda,

Bu 12 Ekim sabahında mıh gibi aklımdasın.

Cumartesi, Ekim 08, 2011

Tezat

Yağmur altında kirlenen güzel saçların, banyoda ayrı bir yağmur altında temizlenecek az sonra.

Çivi çiviyi sökecek yani.

Tezat…

Pazar, Ekim 02, 2011

SÜRGÜN





Sürgün olalı tam 6 ay olmuş.
Yatağımın hemen sağ yanındaki beyaz kireçle boyanmış harap duvarıma 192.çentiğimi bugün çektim paslanmış anahtarımla.

Parkamı sırtıma daha eylül ayında geçirdiğim bu izbe yerde, boğazım öksürmekten yırtılıp sanki ciğerimi gırtlağımdan ileri itiyor. Kapkaranlık muhitimin yoksulluktan ne yakacağını bilemeyen ucuz sobalarından çıkan iğrenç siyah duman, sanki üzerime serilmiş, kokuşmuş, ağırlaşmış bir battaniye gibi. Ezdikçe eziyor, kıvranıyorum bu ağırlığın altında. Ciğerlerim bayrama hasret, temiz hava solumayı öylesine özledim ki.

Ayak ucumda birikmiş adeta küçük bir tepe oluşturmuş kitaplar “yoklamam” olmuş sanki. Herhangi bir kitabın herhangi bir satırı burada geçirdiğim dakikaları belgelercesine anlamlı. Onlarla aramda kimsenin anlayamayacağı bir ilişki, bir bağ var. Evet garip, çapraşık bir ilişki, ama var. Çok benzemeye başladık birbirimize. Nasıl bir döngüyle, bu kadar kısa sürede oluştuğunu anlayamadığım sayfalardaki sarılık adeta aynada gördüğüm yüzüm gibi. Birlikte sararıp birlikte soluyoruz.

Saat, zaman, gün, ay gibi önemli kavramlar karşısında nerdeyim, ne derece acizim diye sorgulayınca , gözüm paslı anahtarımın ucuna ilişiveriyor. Bu derece acizsin diye haykırıyor. Bu haykırış susturuveriyor aklıma gelecek tüm soruları, tıkayıveriyor tüm konuşma balonlarına uzanan kanallarımı. Bazen gayret diyorum ayağa kalkıyorum ellerimi sağa sola hareket ettiriyorum, kendime yaşamsal bir takım şeyler yapabileceğimi ispatlamaya çalışıyorum fakat bu da ancak birkaç dakika devam ediyor. Tekrar uzanıveriyorum somyanın üzerindeki,vücudumun şeklini almış süngerimin üzerine.

Buradaki belki de en basit ayrıntı yatağım. Hareket etmeyi geçtim, her nefes aldığımda gacırdayan bu garip yatak benim için takılmış bir plak. Hep aynı şarkıyı çalıyor. Keşke nefes almamak daha basit olsa.

Dilini bilmiyorum buranın. Komik belki ama geldiğim yerin “insanları”da dilimi bilmiyorlardı. Konuşuyordum ve anlaşamıyorduk. Şimdi konuşamıyorum ve hala anlaşamıyorum. Değişen bir şey yok yani. Tamamen etkisiz bir nesneyim. Tabiatta nerdeyim, niye varım bir bilebilsem…


Kalemimle savaşıyor, kalemimle gözyaşlarımı sararmış kağıtlarıma damlatıyorum.
Yazdığım mektupların, “hasretle gözlerinden öptüğüm sevdiğime” son satırlarımın ulaştığını sadece hayal ediyorum. Gül yüzünün, çakmak gözlerinin, içimi akıttığım kağıtlara bakarak dolduğunu hayal ederek ağlaşıyorum kirpiklerimle. Bir daha sıcaklığına kavuşamama fikri ölümden beter. Doğa üstü afet, kan revan. Başka tarifi yok ; onsuz ben “kan-revan”ım…

Öylesine özledim ki. Uzaktayken hep akla yaşanan güzellikler geliyor. Ne geçim, ne hayat mücadelesi, nede diğer sorunlar. Sadece birbiri için yaratılmış iki bünyenin beraber geçirdiği anlar. Upuzun bir film gibi. Sürekli gözkapaklarımın ardında onları izliyorum.

Öyle yada böyle.
Ben şimdi sürgünüm… Evimden çok uzak, çok ama çok yalnız. Sevdiğimden, annemden, babamdan, doğmamış çocuklarımdan koparılmış, düzenle buraya bağlanmışım.