Cuma, Mart 23, 2007

blablarino

Kardan kapanmış dağ yolları,

güneşle beraber çamurlu yüzünü göstermeye başlıyor yavaş yavaş.

Bunun sonrası, yani ikinci aşama kuruyan topraklar. Hemen ardındansa çatlayan.

Çıkamazsın işin içinden.

Çarşamba, Mart 21, 2007

DÖNDÜM

Vakti zamanında masterımızı yaptığımız güneydoğu’da, hayatımızı idame ettirmek, idame etmemesi gereken hayatlarıda sistem dışı bir hale getirmek için, rengarenk(!) ve birbirine hiç benzemeyen, normali anormallaştiren dağlara çıkmak zorunda kaldım. İrili ufaklı tepeler gördüm, hayalini bile kuramayacağım anılar biriktirdim peşi sıra. Atılan her adım bacak adalelerine yansıdığı kadar gönül defterimize de yazıldı bir yandan, yazılmaması gerekenler dışında vede iyi-kötü tecrübe olarak da yaşamsal alanımıza kaydoldu bir şekilde.

Tualimde ne renkti tam anlamıyla bilmiyorum o zamanlar “kahverengi” olarak algıladığım ve kullandığım zamanı, şimdiyse terimizle beraber içimizi, acımızı akıttığımız o yüksek dağlar bana “beyaz”ı dolayısıyla özgürlüğü, müthiş bir ruh dinginliğini pompalıyor. Özlüyorum...

Yurdum dağları genelde isimlerini bulunduğu bölgeden alır hatta tüm dünyadakiler.Göl ve deniz isimleri gibi. Ordakiler farklıydı ama. Kızılderililerin çocuklarına isim koymalarına benzetiyordum; çocuk nasıl ilk yaptığı gerçek faaliyetle isimleniyorsa, bu kara parçası üzerindede öyle bir olay olması gerekiyordu. Yani üzerinde oluşmuş bir silüet, orada öldürülmüş bir hayvan yada birilerinin gözüne farklı gelmiş kar tepeciği bile oranın isminin konulmasına yeterli olmuş, dilden dilede öyle geçmiş ve geçecekte.

Benim asıl dikkatimi çeken isimlendirilmeyen, rakımıyla zikredilen yalnız dağlar. Kendi halinde ve silik bir mahkum gibi yaşayan dağlar ve tepeler.

Koordinatlar verilip intikale çıkılınca, yani adres tayin edilince, atıyorum 2109 rakımlı tepeye çıkılacak dendiği zaman içimi bir tuhaflık kaplardı.
İstanbul’un kendi halinde insanlarının yaşadığı merkeze yakın bir mahalede yapayalnız yaşayan yaşlı kadınlar aklıma gelirdi nedense. Hiç çocuğu olmamış, belki de hiç evlenememiş. Sadece “teyze” diye çağırılan. Silik bir hayat, hikayesi ne olursa olsun.


Ayşe’nin annesi yada mehmet’in annesi diye çağrılmak yerine, ikinci katta oturan yaşlı kadın olmak can acıtıcı. Kötü bir şey olmalı böylesine bir yalnızlık, yalnız olmak, yalnız kalmak. Belki de yalancı yalnızlıklar...

Salı, Mart 06, 2007

Gereksiz alınganlığa lüzum yok

Aynı fırtınaya ikinci kez yakalanmış bir deniz aşığının ne yaşadığını ancak teknesi ve kendisi bilir. Karada bekleyen insanlar güvende ve sıcak evlerindeyken, hangi dalganın nereyi yaraladığını bilemez, anca kötü bir rüya görürlerse bunu hayra yormayıp acabayla başlayan cümleleri peşi sıra dizerler, uykudan uyanmış terli vücutlarının üzerine.

Birinci fırtına doğaldır tabiatta, ikinciye yakalanırsan kadermiş der geçip gitmeye çalışırsın. Peki üçüncü hatta dördüncü fırtınaya garip teknenle aynı denizde, aynı şartlarda yakalanmak akıl işimidir diye sorsalar verilecek cevap bulunamaz sanırım; cesurluk yada enayilik dışında. Çünkü anlaşılır gibi değil doğaya karşı şartları değiştirmeden savaşmak. İçindeki cesaret, yaşanan hezimet fotosenteziyle bi şekilde enayiliğe dönüşüyor, verilen mücadelenin hiç bir anlamı kalmıyor.

İnsanoğlunun dünyada varolmasıyla birlikte “hırs”da türeyivermiş adeta mantar gibi. Ego yada komplexle biçimlensede hırs hep aynı hırs. Yenik düşmeye mahkum bir kitlede hep varolmuş. Kıskançlık da cabası.
Genetikle uğraşsaydım eğer tüm zamanımı kıskançlığa hangi genin sebep olduğunu bulmaya çalışırdım eminim. Bu garip virüs daha küçükken başı ezilirse uzunca bir yolun çok az bir zayiatla kat edileceği kesin. Düşününce ne çok başım ağrımış bu illetten.
Çok sevdiğim erik’ten bile kıskanılmak, kişinin kendisini bir meyveyle kıyaslaması uzaktan komik geliyor..! Hayallerimden, sevdiğim sanatçıdan, arkadaşlarımdan ve şimdi yazdıklarımdan bile kıskanılıyorum... Birayla tuzlu fıstıkda yolda yarın onlarda listeye girmek için.

Karadakine ne kadar da saçma geliyor oysa bu denizlerdeki fırtına fakat bizzat bu konular için teşvik-i mesai yapılmış kimbilir ne kadar nefes tüketilmiş limanlarımda fakat karaktere oturmuş belirgin hatlar tornaya bile sokulsa değişmiyor, kişi bildiğini okuyor bununla beraber ilişki bitip, duygular zamanla körelip ortadan kalktıktan sonra ki yirmiyıl içerisinde gülmek için iyi bir malzeme oluyor.

Dipsiz kuyu anlıyacağınız
...