Çarşamba, Eylül 08, 2010

U2 360° Tour at Atatürk Olympic Stadium (İstanbul) on 6 Sep 2010

Koca yaz sezonu iş ve tatil programları nedeniyle konsere gitmeye vakit bulamayan biz, tam da konserin yapılacağı gün spontane gelişen olaylar neticesinde gecemizi Atatürk olimpiyat stadında İrlandalı efsanevi grup U2’yu izleyerek bitirmeye karar verdik.

Bangır bangır gazeteler ve televizyondan yapılan yayınlarda konser alanına erken gelin, arabanızla gelmeyin, toplu taşıma araçlarını kullanın deseler de biz; yok arabasız olmaz diyerek 21.00’de başlayacak konser için evden 20.30’da çıktık. Bilenler bilir Olimpiyat stadı ikitelli sırtlarındaki arazi boşluğunda yer alır. Ve buraya ulaşılması için sadece tek yol vardır. Diye bilinirJ
Biz henüz fazla keşfedilmemiş farklı bir yoldan ilerleyerek yarım saatte stada vardık.


Stadyum konserlerine aşinalığım çok eskilere dayanır. 90’lı yıllarda metallice, guns n’roses ve bon jovi’yi kanlı canlı İnönü’de izlemiş bir müzik sever olarak, stadı içerden gördüğümde şaşkınlık yaşamadım. Oldukça fazla güvenlik önlemi alınmış, seyyar tuvaletler koloniler halinde yerleşmiş, alkol ve bira satışı içinde her şey düşünülmüştü. Sadece beklediğim mahşeri kalabalık yoktu.

Sahnede ve ses sisteminde, teknolojinin tüm nimetlerinin kullanıldığına bahse girerim. Ledli tasarımlar, bu zamana kadar görmediğim ışık sistemi, gezen sahne aksamı ve sahneyi saha içinden göremeyenler ve tribündekiler için dev ekranlar vardı.

Gelelim gruba…
Ses ve şarkılardan bahsetmeyeceğim. Aşmışlar zaten.
Bono’da müthiş bir elektrik var. Bu elektrik diğer grup üyelerinin yüzünden yayılan müthiş dinginlik ve özgüvenle birleştiğinde tadından yenmiyor. Gitaristlerin yüzündeki ifade tam bir poker face. Dersiniz ki ellibin kişinin önünde çalmıyor, bebek sahilinde boğazı izliyor. Zülfü Livaneli’nin sahneye davet edilmesi ayrı bir sürpriz oldu.

Güzel, kusursuz bir organizasyon vardı, sayelerinde mükemmel bir konser izledik…

Pazar, Eylül 05, 2010

Lebiderya






Bu aralar mekanlarla ilgili çok fazla yazdığımın farkındayım fakat denk geldiğinden ben de bunları burda yazıyorum. Ortak zevklere sahip olduğum insanların yazdığım bu hoş mekanlara gitmesine vesile olmak da bana ayrıca keyif verecek.

Hoş mekan demişken “Lebiderya” yı yazmadan geçemeyeceğim.

Geçtiğimiz Pazar günü Eminönü’nden çiçek tohumu ve bayramda çocuklara hediye vermek için oyuncak alışverişi yaptıktan sonra Pera’ya dolaşmaya gittik. Hem yemek hem de dinlenmek için gözüm bir yerler ararken aklıma uzun zamandır gitmediğim Lebiderya geldi. Lebiderya Galatasaray’dan tünele doğru yürürken sol kolda, Richmond otelin terasında bulunan cafe & bar & restaurant.

Mekanın en büyük artısı eşsiz boğaz manzarasına sahip olması. Cihangir ve Tophane’nin üzerinden solda boğaz köprüsü, sağda tarihi yarımada ve gözlerinizde problem yoksa adalara kadar Marmara’yı seyretme imkanınız var. Ben orada oturup saatlerce manzarayı seyredip hayaller kurabilirim.

Personel hakkında bir şeyler söylemek gerekirse güleryüzlü, düzgün diksiyonlu, işini yapan genç arkadaşlar.

Gelelim yemeklere. Sıkı bir menüsü var. Aynı zamanda Bolu’lu aşçı Mehmet Usta var.
Son gittiğimde kendi zevkine göre karışık meze tabağı gönderdi bize. Ardından da marine bonfile salatası ve ızgara levrek. Sağolsun enfes hazırlamıştı . Nette mekanın sitesine girerseniz menünün devamını okuyup bakarsınız zevkinize göre.

Romantik yemekler, doğum günü ve teklifler için ideal mekan. Tavsiye ederim…