Pazar, Mart 27, 2011

Dert Oldun İçime...



Anlattığım masallardaki onca kahraman, onca başarı meğer koskoca bir yalanmış.
Kendim bile inanmamışım bu safsatalara. Bırak tsunamiyi, ilk geçen balıkçı sandalının kıyıya sürdüğü dalgayla yıkıldı, güvendiğim tüm kaleler. Acziyet dedikleri şey ne kadar da hızlı yanaşırmış meğer düşene.
Pusuya düşürülmüşüm en içten duygularım tarafından, kendi silahımla kendimi vurup resimleri için sakladığım gazete sayfalarını çekmişim üzerime.

Artık kolumu kaldıracak ne takatim ne de şansım var. Düşkünler yurduna terk edilmiş, her şeyi elinden alınmış sefil bir yaşlı gibiyim.

Şimdi hayatımın bozgununu yaşıyorum işte. Çok ama çok acı çekiyorum.
Giderken “hoşça kal” bile diyemeyişim, gittiğinde;
-“Vardın mı?”
-“Nasıl geçti yolculuğun?” diyebilmek istemem, canımı bile verebilme hissiyatıyla eşdeğer ve canım meğerse uğrunda (sandığımın aksine) nasılda minicik bir enerjiymiş.

Hatırlarsan vücudumda en sevdiğim yer midemdi bir zamanlar. Sen gittikten sonra onla da oynadılar. Yasaklanmayan tek şey nerdeyse su ve ekmek kaldı. Ama onun da kolayını buldum. Su niyetine alkol almak, pilli radyomda en damar arabesk kanallarını saatlerce dinlemek suretiyle radyonun pillerini bitirmek, mazoşistçe gelse de kulağa, bir nebze çıkan kanla rahatlıyorum sanırım.
Ya da tam tersi oluyor da ben anlamıyorum. Zaten anladım dediğim hiçbir şeyi de anlamamışım bu yaşıma dek.

Evet gittin, gittin ama “dert oldun içime”.