Pazar, Ekim 31, 2010

KİTAP FUARI - TÜYAP

Bugün benim için gelenekselleşen bir aktiviteyi her zamanki gibi gerçekleştirdim. Tüyap'da yapılan kitap fuarına hiç ilerlemeyen trafikte yaklaşık iki saatte gittim.

İzlenimlerim...

-Bu sene 355 firma katılmış, iyi de olmuş. Ağzına kadar kitap dolu salonları görmek çok keyifli ve umut verici.

-Kitap fuarının yanında sanat galerileri de sergi açmıştı. Enteresan tablolar kitap fuarı sayesinde görücüye çıkmıştı ama beklenen ilginin olduğunu sanmıyorum. Çok boştu o bölüm.

-Sergilenen ürünlerle ilgili bilgi almak istediğim standlardaki görevlilerin ne yazık ki kitaplar hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Yayınevleri neden tecrübesiz, kitaplar hakkında bilgi sahibi olmayan insanları oralara dikmiş anlamadım. Karpuz gibi mi seçicez kitapları anlamadım!

-Bazı firmalar 1 liraya 2 liraya 3 liraya kitap satıyordu. Piyasada çok daha pahalı olan kitaplar bu kadar ucuza satılıyordu. Sevdim bu işi.

-Turgut Özakman'ın son kitabını almak istedim fakat el yakıyordu. Keşke fuara özel indirimleri olsaydı da alsaydık. Zorla korsana teşvik.

-Karikatür dergilerinde, özellikle Uykusuz'a müthiş rağbet vardı.13-18 yaş gurubu kuyruktaydı. Hoşuma gitmedi gidişat.

-Rastaladığım dağıtılan tek ücretsiz kitap Ahmed Hulusi tarafından yazılan "Kur'an-ı Kerim Çözümü" idi. 520 sayfalık da bir kitap üstelik. Aldım, inceleyeceğim.

-Her fuarda kürt ve sol görüşe mensup dergi ve yayınevlerini yan yana görmeye alışığız fakat bu sefer aralarında Ermeni yayınevlerini görünce şaşırdım. Bilinçli planlama mı anlamadım!

-Tüyap'ın fast food olayı, otoparkı, yönlendirme düzeni sıfır. Allah'tan yılda bir kez gidiyoruz.

Aldığım kitaplar
-MİRAS - HUGO N.GERSTL
-GAVURUN DÖLÜ-CANDAN ÖZER
-GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ-CİHAT T.
-KARA DÜZEN-JAMES ROLLİNS
-KEMİKLERİN HARİTASI-JAMES ROLLİNS
-FBI'IN EINSTEIN DOSYASI- FRED JEROME
-TESLA'NIN KUTUSU- SAMANTHA HUNT

Perşembe, Ekim 28, 2010

Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun



Çankaya'da köşkte verilecek resepsiyonda hanımefendi'nin türbanıyla ilgili haftalar öncesinden bir yaygara başladı. Akabinde ana muhalefet partisi başkanı ve milletvekillerinin resepsiyona tepkisi ne olacak diye yazıldı, çizildi, hala da devam ediyordu bu akşam konuşmalar. Konuşulsun, konuşulsunda...

Asıl konudan uzaklaşılmasın, unutturulmasın.


29 Ekim Cumhuriyet bayramıdır.
Bu cumhuriyet, Mustafa Kemal Atatürk ve Şanlı Türk askerinin bizlere armağanıdır.
Bu bilinçle hareket edip tarihimizi tarih yapanları daha iyi tanımak gerek.

Ey Atam, ey şehitler ve bu cumhuriyeti kurmak için kanını, terini akıtmış güzel Türk insanları rahat uyuyun...
Çok az kalmış olsak da bayrağımız hala bizim elimizde.

Nice Cumhuriyet Bayramlarına...

ALİ AĞAOĞLU YETER

Sen Ali Ağaoğlu; artık yeter yaaa.
Tamam paranın anasını ağlattın, caanım İstanbul’umun her yerine laz yapımı kulemsi evlerini diktin anladık. Lafımız yok ama paranın verdiği özgüvenle bir hip hop albüm çıkarmadığın kaldı.
Sabah akşam reklamlarda sen varsın, bıktık yahu. Ööööğk diyorum;
Evini de almıyorum..

Salı, Ekim 26, 2010

Diziler...

Yeme, içme gibi bir şey oldu artık diziler. Yaratıcılıktan bir haber olan film ve dizi sektörü aynı zamanda Türk yapımcıları okul, polis ve eski romanlardan uyarlama bol soğanlı dizileri önümüze pişirip pişirip koyuyorlar, Bizim ufo gören masum halkımız da akşam yemeğinden sonra çayı ocağa koyup geçiyor plazma televizyonlarının karşısına.

Eski topraklar gençlik anılarını anlatırken yazlık sinemaların sıkça lafı geçerdi. O yazlık sinemalarda “ağlamalı” filmlerin raftingi pek iyi olurmuş. Tercih sebebiymiş yani. Sinemaya girerken bilet kesen vatandaşa sanatçıların ismi değil de filmin ne kadar acıklı olduğu, “içerde ne kadar ağlarız acaba” diye sorular sorulurmuş. Sonra tahta sandalyelere oturulup ağlaya ağlaya çekirdek çitleyip film izlerlermiş.

Şu otuz kırk senede değişen ne? Artık sinemada değil de plazma karşısında izleniyor garip ama aynı gariplik ölçüsünde tiryakilik yaratan bu yapımlar. Üstelik izlendikten en fazla bir yıl sonra unutulan, adı anılmayan, ucuz yapımlar.

Hatırlıyorum da iki binli yılların başında “asmalı konak” furyası vardı, yıkılıyordu ortalık.Özcan Deniz’in giyimi şöyleydi, anasının başörtüsü böyleydi diye garip trendler oluşmuştu. Bu arada Kapadokya bölgesine tur yapan firmalar güzergahlarına asmalı konağı’da koymuştu. O yıllarda iş için sık sık Kapadokya’ya gittiğim için biliyorum bende bu konak denilen yeri. Ben deyim müze, siz deyin ören yeri gibi hınca hınç doluydu mekan. Etrafındaki seyyar satıcılar bile son model araba sahibi olmuşlardı.
Şimdi ise ne konak, ne orada yıldızı parlayan oyuncular nede dizinin adı geçiyor… Yemiş, yutmuşuz, gidere atmışız.

Mayıs 2010 itibariyle 42 yerli dizimiz varmış. Sonbahar döneminde kaç dizi var bulamadım fakat her gece insanları ekrana kilitleyecek birkaç dizi olduğu kesin.

Salı, Ekim 12, 2010

Şimdi melek o kedicik

Aşağıda yazdığım olaya eminim dün akşam ki ana haber bültenlerinde sizler de rastlamışsınızdır.

İzmir'de 3-4 üniversite öğrencisi ellerinde pitbul denen dört ayaklı yaratıkla gece kapalı bir dükkanın önüne geliyor. Tepelerindeki kameranın farkında değiller, kamera kayıtta. Gençler kapalı olan dükkanın sahibi tarafından beslenen ve bir kutuda hasta yatan kediyi belli ki önceden hedef seçmişler.

Önce kutu tekmeleniyor, köpek kutuya doğru hamle yaptırılıyor. Hasta kedicik tekmelere ve kakılmasına rağmen kutudan çıkası yok fakat dayanamıyor, çıkıyor. Çıktıktan sonra da tekmeleniyor zavallı güzel kedicik. Tekmelerin sahibi öylesine kin dolu ki attığı tekmelerden birinin es geçmesiyle sırt üstü yere bile düşüyor. Tabi karşısındaki küçücük canlının karşı koyacak ne gücü nede düşüncesi var. Tekmeler yeterli değil cani için ve finalde kediciğin başını ayağıyla ezdikten sonra olay yerinden uzaklaşıyorlar.

Şimdi kedicik nerde derseniz o artık bir "melek"...

Katiller kamera görüntülerinden tespit edilip yakalanmış, 500 liraya serbest kalmışlar. Belki de kendilerince bayram gelmeden kurbanımızı kestik, Allah kabul etsin diyorlardır aşşağılık herifler.
- - -
Bu ülkede insanlar artık daha rahat savunmasız hayvanlara kıyıyor, katlediyorlar gözlerini kırpmadan.

Bu ülkede insanlar artık daha rahat birbirlerine kıyıyor, cinayet işliyorlar gözlerini kırpmadan.

Bu ülkede vicdansız insanlar el kadar bebelere tecavüz ediyor, öz analar bebeklerine işkence yapıyor çöp kutularına atıyorlar. Yakın zamana kadar biraz daha insaf var gibiydi sanki. Cami önlerine bırakılan istenmeyen yavruların haberlerini okur dinlerdik ama o da kalmadı. Artık direk infaz ediyorlar yavrucakları ve çöp kutusuna atıyor kırılası ellere sahip insanlar.

İçim sızlıyor, adını koyamıyorum bu arsızlaşmanın.

Vicdansız insanlar git gide çoğalıyor çoğalmasına ama bizlerde de bağışıklık sistemi gelişiyor gibi geliyor bana. Hissiyatımız köreliyor, içimizdeki insancıl duyguları kaybediyoruz sanırım ki çoğunluk olan "iyi insanlar" tepkisini belli etmiyor. Yada sesimizi çıkarmayı beceremiyoruz.

Nasıl olacak bu işlerin sonu bilmiyorum ama midem acayip bulanıyor.