Cuma, Kasım 30, 2007

İnadına yazmak istedim satırın başına ardı sıra ne gelecek diye düşünmeden. Şimdi kışın gelmesi yarın da baharın gelecek olması gibi.
Nasıl olsa biri gidiyor, diğerini yaşarken. Yeri geliyor aralıkta yanıyorum ben.
Kış gibi geldin içime demeliyimmi o zaman..?

Oysa en çok temmuz'u ağustos'u çok severdim. Artık ayırt edemiyorum.

Sondurak dediğim mevsimlerin kokusunu hatırlamıyorum. Hepsi temmuz, ağustos, hepsi ayrı bir kordu, kimileri ise çok koydu.

Bazen itfaiyeciler yangın söndürmek için yangın çıkarırlar. Yangını yangınla söndürme olasılığı yüksektir vardır da fizikte ama rüzgar da senleyse. Yani yanında birşeyler olacak. Hiçbir şeyin olmazsa ve yapayalnızsa en azından şansın olacak. Şansı olanın da yangınla ne işi olur diyceksin. Haklısın... Ama ben b planımı devreye soktum.
İnadına söndüm...

Pazar, Kasım 18, 2007

Bazen insan madden yada manen kendisine ait şeylerden de tiksinir.
Kimi zaman yaptıklarından.
Kimi zamansa düşüncelerinden.
Bu listeye üretilen her türlü sıvıda dahil edilebilir.
Öyle bir şey işte, tiksinç ve mide bulandırıcı...

Çarşamba, Kasım 14, 2007

...



“Hakkari’nin Yüksekova ve Şemdinli ilçelerine, akşam saatlerinde yine askerler sevkedildi. Frenkans karıştırıcı ‘Jammer’ cihazlı askeri bir aracında eşlik ettiği 20 araçlık konvoyun geçişi sırasında yol güzergahında yoğun güvenlik önlemleri alındı. Henüz 3 aylık eğitimden sonra sınır ötesi operasyonun gerçekleştirileceği sıfır noktalara sivil minibüslerle nakledilen yaklaşık 200 askerden bazıları, kendilerini görüntülemeye çalışan gazetecilere el sallayıp, selam verdi. Minibüsteki askerlerin bazılarının ise elleri kınalı olduğu görüldü. Anadolu’da askerin eline kına yakılması bir gelenek haline geldi. Anadolu kentlerindeki bu geleneğe göre ‘kına’ olayının hikayesi şöyle: ‘Bir gün birliğini denetleyen bir komutan askerin eline kına yakıldığını görür, ona elindeki kınanın sebebini sorar. Asker şöyle cevap verir: Bizim köyde üç şey için üç yere kına yakılır. Kurbanlık hayvanın üzerine kına yakılır. Allah’a yakınlığın işareti olsun diye. Gelinin eline kına yakılır kocasına yakın olsun diye. Askerin eline kına yakılır, vatanına yakın ve kurban olsun diye.”



Bu haberi bugün bir gazete de okudum. Her zaman ki gibi en empatik hislerle ve içim sızlayarak. Düşünsenize oğlunuz, kardeşiniz yada yakın bir arkadaşınız vatanına kurban olmaya, ellerine kınalar yakarak gidiyor siz dizi seyredip bayram da nerde tatil yapsam planları yaparken..! Çok üzücü iğrenç bir duygu.

Ve,
Dün gene 5 şehit haberi geldi. Geçen haftalarda halktan gelen tepkiler, tezkere, başbakan’ın bush’la görüşmesi ve 1 ayda 50 şehit… Hepsi unutuldu.
Camlara asılan şanlı Türk bayrakları apar topar toplandı, bir gün daha fazla durmasın eskimesin diye. Sanki astıkları utanılacak bir şey. Lafa geldi mi hepimiz şehit oluruz, bizi de askere alın, gönüllü gidelim diyen kuru sıkı vatandaşlar şimdi nerdeler. Ne çabuk bitirdiniz askerciliğinizi..! Bumudur vermeniz gereken tepki?
Yazıklar olsun…


Not: Haberde geçen hikaye aslında Çanakkale savaşında geçer. KINALI ALİ'nin hikayesidir.
Anti araşatırmacı gazeticin yazdıklarıyla da alakası yoktur...

Pazartesi, Kasım 05, 2007

Notlars



Metropollerde yaşayan insanlar gelişen teknolojiyle birlikte kamu otoritesinin dışında kendi kurallarını kendileri yazıyorlar kimi zaman. Örneğin metro istasyonlarında yürüyen merdivenlerde yaşıyorum buna örnek bir olay. Nasıl mı? Yan yana sadece iki kişinin bir basamakta omuz omuza çıkabildiği bu merdivenlerde, merdivenin solundaysanız eğer arkanızdaki insanlar sizi bir şekilde sözle yada kakma yoluyla merdivenin sağ tarafına davet ediyor. Sol şerit de yürüyen merdivende “yürüyen” insanlara kalıyor. Baktım gerçekten insanlar bunu kanıksamış yürüyen merdivende “yürümek” istemeyen insanlar usulca hemen sağ tarafa yanaşıyorlar.Çok pratik ve çalışkanızdır ya; yürüyen merdivende kazanılacak 10 yada 20 saniyeyi kar sayıyoruz. İlginç hatta komik bence...

Spor salonlarında, saunada, teknede, dişçide her yerde galoş var artık. Ağızdan “yaloş” gibi çıkıyor ama buna rağmen oldukça iş görüyor. Bunları giyerken eğilip büzülürken girdiğin zahmetle birlikte kanın beyinde birikme durumu iğrenç ama artık aşınmış ve yırtık çoraplarını diğer insanlar görecek kaygısı taşımıyorlar çorap mağdurları...

Elime bir kitap aldıysam ve bu kitap kalınsa hemen arka sayfalarını okumaya başlarım. 5-10 Sayfa okuduktan sonra tekrar başa dönerim. Nasıl bir merak bu bilmiyorum, neye yaradığını da ama çocukluğumdan beri gazeteleri de böyle okurum. Arada kitapçılarda inceliyorum kitap inceleyen insanları. Yalnız değilim, biliyorum...

Eskiden horozlar vardı sadece. Sonrasında dinlere göre camii’den ezanla, kiliselerdense çanlarla uyandırıldık. Daha sonra çalar saatler çıktı galiba. Şimdiyse cep telefonları var. Ne geri kalma riski nede çalmama gibi durum söz konusu değil. Benim burada en çok hoşuma giden erteleme olayı. Kalkmam gereken saatten yarım saat daha erkenine kurup defalarca uyuyup uyanıyorum kalkmam gereken saate kadar...

İstanbul’da kurak geçen 2 seneyle oldukça su kaybımız oldu. Son aylara kadar insanlar tedirginlik içinde suyla ilgili gelişecek olayları ve akıbetlerini bekledi daha doğrusu bekledik. Yağmur tanrıları acıdı bize ve suya kavuştuk. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurla barajlara dolan miktar sadece istanbul’un 3 günlük ihtiyacıymış. Ertesi günler ara ara hatrı sayılır derecede yağan yağmurlara belediye’den gelen yanıt 5 günlük daha su geldi şeklinde. Bir zamanlar halk deprem zamanında kandilli rasathanesinden önce ölçüm yapıyorlardı kendilerince. Şimdiyse duyuyorum suyla ilgili yapılan yorumları. Yağan miktara göre bir tuvaletlik anca yada akşama bir demlik çay çıkar gibi...

(Photo:Haydarpaşa'dan kadıköy. may 2007)