Salı, Nisan 14, 2009

Biliyorum, birşey ifade etmiyor ama!



Ben bir çiçek olsaydım eğer;

Sadece senin ellerinde tutulmak ve sadece senin tarafından koklanmak isterdim.
Eğer yoksa vazo, önemide yok zaten.
Ben yatağının başucunda,
Yarısına kadar su dolu bir bardakta yine eşlik ederdim sana.

Solmayan ilk çiçek ben olurdum sanırım,
Güneşinden faydalanır ışığınla da aydınlanırdım.

Eğer bir gün diyecek olursan “ben bu çiçekten bıktım”
Olsun derim, “ben tarafından çiğnenmeyede razıyım”…

Cumartesi, Nisan 11, 2009

Bla, bla, bla...


Dün akşam uzun bir aradan sonra kendimizi ödüllendirmek istedik ve sinemaya gittik.
Gelen yeni filmler arasında ilk gözümüze çarpan "Okuyucu"ydu tercihimiz de o yönde oldu.

Değişik sıradışı bir hikayeydi, senarist bence çok başarılıydı.

Titanic'te yıldızı parlayan Kate Winslet ve David Kross'un başrolünü paylaştığı film 1900'lü yılların başında Nazi Almanyasında geçiyor.
ilk bölümde film 15 yaşındaki tıfıl bir gence, 36 yaşında olgun bir kadının
cinsellikle ilgili ilk eğitimi vermesi gibi gözüküyor ayrıca bu bölüm çok basit olarak da algılanabilir ve bence bu gayet normal. Çünkü oldukça basit işlenmiş.

İkinci bölümde ise yıllar geçiyor genç çocuk hukuk öğrencisi olarak karşımıza çıkıyor ve bir süre önce hakkında hiç bir şey bilmeden aşık olduğu kadına
yahudi soykırımından dolayı sanık koltuğunda oturur bir halde mahkemede rastlıyor.
İzleyici burda sorgulamaya başlıyor durumu. Binlerce insanın ölümüne sebep olmuş cahil bir kadına acımak istiyorsunuz; istemekle de kalmayıp acıyorsunuz
resmen. Sonrasında mahkemenin karar verme aşamasında seyirci koltuğunda oturan genç avukatın, sevdiği kadının alacağı cezada indirim yapmasını sağlıyacak
bilgileri yargıca vermesi için oturduğunuz yerde yanıp tutuşacaksınız. Anlamsız bir şekilde aşk galip gelmeyecek.
İzleyiciler bu aşamada resmen yönetmen tarafından taraf tutulmaya zorlanacak ama beklenildiği gibi sonlanmayacak film.

Kate aldığı oscar'ı gerçekten hak etmiş. Mimikleri adeta dans etmiş kamera karşısında, mükemmeldi.

Neden filmin ismi "Okuyucu" derseniz, baş roldeki hanna'nın (kate) okuma yazma bilmemesi ve genç erkeğin kendisine kitap okuması karşılığından onunla
birlikte olması yüzünden.
Kısaca duygulanıp, ağlanacak insanı etkileyip düşündürecek bir film.

Günümüzde, reel dünyamızda da düşünme yetisi olan insanlarımızı düşündürecek, diziler dışındada izlenecek, fikir sahibi olmamız gereken, bunun yanında
söz sahibide olmamız gereken bir ülkemiz ve ülkemizin sorunları var.

Kısa bir süre önce yerel seçimler oldu mesela. Tanıdığım çoğu insan kuzu gibi gidip oy verdi. Vermiş olmak için verdiler resmen. Takım tutar gibi
parti tutmaya alışmış insanlar hangi partinin ne vaat ettiğini bilmeden akıllarında kalan ve bir şekilde kafalarında yer tutmuş isimlere oy verdiler.
Ankete ihtiyaç duyulmayan, hangi bölgenin ne yapacağı, kime oy vereceği aşağı yukarı belli olan seçimlerdi.Güneydoğu dışında ne şiş yandı ne kebap.
O bölgenin tektipe düşmesi düşündürücü. Düşündürücü olduğu kadar da
sorgulanması gereken yeni konulara açık olması. Örneğin oradaki yüzbinlerce askerin
varlığı... Neden ordalar? Kimi kimden koruyorlar???

Bunla birlikte bi kaç gün öncesinde Mr.Obama ülkemize gelerek ilk dış gezisini gerçekleştirdi. Güzel şeyler söyledi ama kime? Herkese.
Herkes kendince sıkıntısını anlattı ona. Hem patrik, hem ahmet türk, hem ana muhalefet hemde ermeniler taleplerini iletti kendisine. Bütün hepsine
pışpış yapıp Irak'a geçti. Hemen akabinde Rasmussen'inde kulağını çektiğini söyleyen Mr.Obama Danimarka'dan gelen son haberle beni iyice hayal
kırılığına uğrattı. Rasmussen'den beklenen özür yerine yeni bir karikatür krizi daha haber sitelerine düştü. Yani Obama'nın gezisi sadece okul gezisi
durumunda kaldı. Ben Amerika'nın bugüne kadar yürüttüğü dış politikadan feragat edeceğini ve lehimize gelişecek yeni atılımlar olmayacağı görüşündeyim.
Oynayan sempatik bir adam var bence dünya devinin başında.

Yazmayı es geçtiğim bir de Kılıçdaroğlu olayı vardı. Kafamda toparlamıştım fakat bir türlü dökememiştim klavyeye konuyu.
Gayet objektif olduğum siyaset sahnesinde ender görülecek yapıcılıkta, mütevazi, güzel konuşan, gözlerinden beyefendilik akan dürüst bir insan kanımca.
Kendisi nasıl adını duyurdu ve ortaya çıktı hatırlayalım. Dengir Mir mehmet Fırat ve Melih Gökçek hakkında ortaya çıkardığı yolsuzluk iddaalarıyla gündeme
geldi ve istanbul büyükşehir belediye başkanlığı adaylığıyla hala gündemde.İkinci ecevit denilen hatta hürriyet gazetesi tarafından Gandi'ye bile
benzetilen Kılıçdaroğlu, Topbaş karşısında hezimete uğradı. Bir başkasının kirli çamaşırını ortaya dökmek, dürüst insana susamış toplumumuzun gözüne girmeye
yetti. Bu bir lider olmak için yeterli sebepmidir? Bence değildir. Daha doğrusu olmamalıdır.
Akılda kalan bir vaati olmayan Kılıçdaroğlu'nun gelmesi sadece AKP karşıtları tarafından isteniyordu. Yani yapacağı icraatlar için değil sadece AKP
tekrar İstanbul'da Büyükşehir belediyesini kazanması diyeydi.

Liderlik, komuta etmek donanımlı olmayı gerektirir. Eskiden lider denince yada komutan dediğiniz zaman kişinin normal yeterliliği dışında
haricen kimsenin vakıf olmadığı konularda da başarılı olduğu ve yetiştirildiği bilinirdi. Artık tamamen böyle değil. Kişinin kuracağı ekip tamamlayıcı unsur
durumunda. Yani Kılıçdaroğlu ne kadar hoş, ne kadar bilgili gözüksede ekibi ve teşkilatlanması yeterli değilse ki değil, başarılı olması imkansız.
Yada tesadüfen başarılı çıkacağı ilerde gerçekleşecek seçimlerden koltuktan halk tarafından indirilmesi çok süremeyecek.

Kısacası kollektif çalışılmazsa hiç bir yere varılmaz. Doğru lider ve doğru ekip...