Çarşamba, Şubat 28, 2007

"Öyle yada böyle, 31 sene önce bugünle yarın arasında doğmuşum ben"

Sakin sakin esti rüzgar hep ardımdan, anca yürütecek kadardı. Ne uçurdu ne düşürdü. Hep rölantide, hala da öyle. Savrulmayı öğrenmedik zaten hengamede, başımızı yaslayacak omuzu hep doğru bildik, başını yaslayanları da!
Aslan gibi çocukluk, türlü oyunlar Ali cengiz'le beraber.

İlk aşkım Esra:) üç sene onun peşinde ilkokul bitti ve hiç konuşamadan. Hey gidi, sabretmeyi o öğretti bana farkında bile olamadan, neye yaradıysa...

Kinciliğim tanıdığım ilkkanıbozuktan 'dan ilk öğretmenimden hatıra kaldı arada, nasıl işkence edilir bizde öğrendi, bizde şiddeti kanıksamayı sanırım.
Sonrasında küçük bir adım daha , ilk kravatımı takmak için. Arda arda gülerek geçen yıllar, arka cebimde ıstakam...
İlk para kazanışım, koşarak tahtakaleye gidişim ve sony walkmanim, hala "dolabımın demirbaşı".
Ahmet Kaya, top, club ve her daim spor...
Dinledim, oynadım, dans ettim ve dövüştüm...
Çiğköfte'ye döndü hayat, hem acı hem tatlı hemde ekşili. Biraz cıvırsa tadı kaçıyor, göz kararımız karakterimiz, çünkü anayasamız.

Çeşit çeşit kız isimleri serpiştirdim üzerime;hepsi ayrı bir beste, kemanımdan çıkmış belkide kemanıma yapışmış hala nağmeleri kulağımda...
Arada değer verdiğim kaybettiklerim, gözyaşlarımla beraber.

Hızlanma şeridine girmişiz farkında olmadan, 2'yle başlayan rakamlarla beraber.
Gülümsemeyi azaltmışız hızımıza paralel, çok yol almışız ama nereye varmışız , bir türlü farkına varamamışız..!

Öyle yada böyle beyazlar bir bir çoğalmış, çizgiler belirginleşmek için tetikte, bense durumun kritikliğiyle derin esefteyim desem; yalan söylerim şimdiden...

Yarını hissedebiliyorum hiç hissetmediğim kadar. Dökülecek yaprakları, meyve verecek ağaçları görüyorum. Alıyorum ışığı doğu'dan, gönderiyorum batı'ya...

Öyle yada böyle, 31 sene önce bugünle yarın arasında doğmuşum ben...
"İyiki doğmuşmuyum, iyiki doğmasaymışım ben bilmiyorum".

Cuma, Şubat 23, 2007

"At sinekleri"


Bu hafta - yedi gün içerisinde üç tane takma gözlü adam gördüm. Birde dvd'de seyrettiğim eski bir filmdeki takma gözlü adamı sayarsam dört oluyor. Neden bilmiyorum ama garip birşeyler olacak bu sıralar diye düşündüm. Tetikteyim ama hala bir şey olmadı :)
Enteresan bir görüntü aslında gözlerden birinin ifadesiz durması. Biraz dikkatli bakınca hangi gözün gerçek olduğunu karıştırıyor insan ve dahada dikkatli bakmak istiyorsun, bu seferde karşınızdaki insanı rahatsız edeceğini düşünerek ben napıyorum yada banane diyip kafanı çeviriyorsun...

Sabahları şirketin servisine doğru yürürken çevredeki liselere dağılmak üzere, üzerime gelen onlarca lise öğrencisiyle karşılaşıyorum her sabah. Bir iki derken iyice dikkatimi çeker oldular çocuklar kılık kıyafetleriyle kısaca imajlarıyla diyim. Lacivert ceket, mavi gömlek ve gri pantalon kombinasyonuna neler eklenmemişki. Gömlek içlerinde rengarenk gömlekler, ayaklarda oldukça zevkle tercih edilmiş spor ayakkabılar, saçlar tarif edemeyeceğim kadar yaratıcı şekillerle bezenmiş ve jöleyle beslenmiş şekilde okullarına yürüyor genç liseliler.
Sanki italya'da bir caddede karşılaşdığım insanlar bunlar.
Kıskanmak demeyimde gıpta etmiyorum desem yalan söylerim.
Bizim zamanımızda şöyleydi geyiğine girmiycem çünkü bizim zamanımızda herşey yasaktı.

Aferin çocuklar aşın kendinizi, bildiğiniz yolda devam...

"At sinekleri"
Şu ambulansların arkasına arabaşarıyla takılan yedi aylık şöförleri, atın g.tünde uçuşan sineklere benzetiyorum. Acayip bir şekilde sinirlerimi bozuyorlar ve ne yazıkki eldende birşey gelmiyor onları ambulansların arkasından ayırmak adına. Nefret bir durum. Aslında ben bi kaç proje düşündüm ama olurmu bilmem. Örneğin ambulansın arkasından fırlatılıp öncama yapışacak mide bulandırıcı bişey olabilir. Dışkı, yumurta v.s.

Satırlarıma son verirken burda, arabamın üstüne adını altın harflerle kazıyan arkadaşıma teşekkür ediyorum. Sağol...

ilkers

Salı, Şubat 20, 2007

Yani...


Şiirlerim kadar uzakdı gülüşün.
Yapraklarına bir sonraki baharda ulaşacak ağaç ümitli,
Ama,
Bir daha hiç okşanıp koklanmayacak saçının telleri gündüzü yakalamak için rapunzel.
Bak gene soğudu hava,
Arkasından ne gelecek biliyor tüm iyi niyetli çocuklar.
Ve sanırım,
Yetmiyor artık güneşin sesi, yetişmiyor acemi duygulara...
Ne kadar kaşarlansada hayatın,
Bir yerden sonra kaşarda bozuluyor...






















Salı, Şubat 13, 2007

14 Şubat mı, senin günün mü?

Gecikmiş talihle, tarihi tarih yapan rakamlar seninle anlamlandı,
Sevmediklerimi sever oldum yanın sıra;
Ve,
Bir misyonu var artık topraktan çıkan sarı bitkilerin...
Ayın 14'ü olmuş Şubat'a yansımışsın,
Bence haziran güneşi, en değerli sarı papatyamsın...


Çarşamba, Şubat 07, 2007

Ey hayat, senin bana hala borcun var..!

Yatağımdan erkenden kalkıp, önce sağ ayağımı yere basmışım. Dışarı çıkıp yapmam gerekenleri yapmış yanı sıra yapmamam gerekenleride yapmışım olumlu yönde. Derken hiç ummadığım bir anda, ben ödül beklerken dört gözle; nerden çıktı, nasıl çıktığını görmediğim, kahpece saldırıya uğramışım. Sol elimi "akrep" sokmuş.
Mağdur olmuşum, bir canım gitmiş bağıra bağıra...

İçimi paylaştığım, gençliğimin ortağı, kadeh vuruşturduğum, mezem ve sesiyle boşlukta asıldığım; çok hastaymış. Yıldızlar beni bekler diyor tebessümle. Elimi sıkmak, son isteği buymuş gibi uzanıp beni öpmek istiyor göz yaşlarımdan. Hiç düşünmek istemediklerimi düşünmek zorunda kalıyorum.
Kangren olmuşum. Doktorlar başıma toplanmış keseceğiz diyorlar illa bacağını. Yok durun diyorum kesmeyin, ben bacaksız ne yaparım. Onlarsa olmaz kesmek zorundayız, yoksa sadece bir bacağın değil tüm bedenin telef olacak diyorlar. Ya bir "parçan" yada hayatın. Öyle zor bir dönemeçte yapayalnız kalıyorsun, bırakıveriyorlar seni bir başına. Verilecek cevap belli, ağlasanda ağlamasanda plaj şemsiyesi hazır ellerinde ya açılacak yada açılacak.

En sevdiğin şarkıcının ölüp, yeni ezgilerine hasret kalacak olmak ne kötü değil mi!
Yerine yenisini koyabilmek için uğraşmak. Bu zamana kadar ürettikleriyle idare edebilmek hatta bunun için bilinçaltının senden habersiz uğraşması.
Kulak kolay kabullenmiyor yeni bir sesi, mide gibi arsız, "midesiz" değil. Her önüne geleni yemiyor, seçiyor, eliyor yeri geldimi, dur demeyi iyi biliyor ve alıştığından vazgeçmeyi hiç ama hiç iyi bilmiyor.
Aslında bencillik yapmak istiyorum bu durumdada. Kendimi alacağıma şartlayıp, "acaba" demeyip siyah oksijen soluyacağını tahmin ettiğim, cennet yada diğeri diye adlandıramadığım, sırat ona da açılacak mı diye anlamsızca düşüncelerimle paylaşıp kendi cevabımı alıyorum soruma.

Hayat,
"Ben" demişim çünkü hem başta hemde sonda ama senin bana hala bir borcun var..!

Salı, Şubat 06, 2007

Abant'dan manzaralar

Haftasonu aşağıda resimlerdende görüleceği üzere abant'daydık.



 

 

 

 
Posted by Picasa