Perşembe, Ocak 22, 2009

Üzgünüm...

Uykum kaçtı dün gece, her zamanki gibi. Çıktım evden, nadiren araba sesinin duyulduğu sokaklarda nereye gittiğimi bilmeden yürümek, aynı zamanda düşünmek ve sorgulamak istedim tekrar tekrar yaşananları. Binlerce kez aynı filmi izlemek gibi geliyor yaşananları düşünmek ve kabak tadı veriyor artık bunlar ama bir türlü de vizyonumdan çıkaramadığımıda fark ediyorum. Yani sil baştan oluyor gibi geliyor bana. Bir uyusam, sabah uyandığımda hayatıma kaldığım yerden devam edeceğim hissi öylesine ağır basıyor ki. Sonrasında sessizce saçmalıyorum diyorum kendi kendime, sinir bozucu durumdan kurtulmak için ne kadar nefret etsemde iç cebimdeki sigara paketine gidiveriyor soğuktan nerdeyse hareket edemeyen elim. Garip bir hazza dönüşmesini bekliyorum sonrasında içime uzun uzun çektiğim dumanın fakat zaten darmadağın olmuş bünyeye sadece gereksiz bir koku bırakarak kaybolduğunu görüyorum. İçki içmek, uyuşturucu kullanmak, o an her ne varsa etrafımda ruhumu bedenden ayıracak, hatta ve hatta bir yılana sarılmak istiyorum düştüğüm bataklıktan kurtulmak için; beni zehirleyenin de bir yılan olduğunu bile bile.

Bilinçsizce ilerleyen ayaklarım çok daha önce buraya geldiğimi düşüntürten aynı zamanda gelmediğimi yada hatırlayamadığımı düşündüğüm bir binanın önünde duruveriyor. Boyumun tam yetişmediği yükseklikte sadece tülleri çekili, soluk ışıkları yanan bir daire dikkatimi çekiveriyor; diğer ışıkları çoktan sönmüş, oldukça eski yaşlı binada.Merak ediyorum, bir balet gibi yükseliyorum parmaklarımın ucunda, paslanmış pencere demirlerinini tutuyor ve kendimi içeriyi gözetleyecek kadar yukarı çekiyorum.
Ayna karşısında saçlarıyla oynayan genç bir kadın görüyorum içeride. Hüzün dolu bakışları tül gerisinden bile fark ediliyor. Taradığı aslında saçları değil, açmaya, düzeltmeye çalıştığı sanki hayatıymış ifadesi yüzüne sinmiş adeta. İstem dışı hareket ediyor elleri, öylesine kendisini kaptırmış ki. Yıkılıp tekrar yerine dikilmiş bir minare gibi gövdesi, darbeli, çökük omuzları hikayesini anlatıyor aslında rüzgarla birlikte sessizce.

İçimden camına tıklamak ve dile benden ne dilersen demek istiyorum. Belki de bir kedi olup üşüyorum beni de içeri al diyerek düşüncelerinden biraz daha uzaklaşmasını sağlamak hatta beni okşamasını istiyorum biraz daha ileri giderek; tekrar yüzünün gülebilmesi için.

Ellerimin tutunduğu paslı demire daha fazla gücüm yetmiyor, yoruluyorum ama bir yanımda ayrılmak istemiyor yasadışı konuk olduğum o evden. Sanki içerdeki kadın da artık benim daha fazla acı çekmemi istemeyerek tontiş, kalın bilekli ayaklarıyla harekete geçiyor ışığı kapatmak üzere düğmeye doğru. Gözlerimle son fotoğrafını çekmek istiyorum çizgifilm karakterli pijamalı haliyle. Ve karanlık... Güle güle diyor bana.

Ellerimdeki sızı, hayali bir fotoğraf, mağrur ve üzgün kız çocuğu ifadesi kalıyor gecenin ardından, yürünecek kilometrelerce gözümün önünden geçecek...

Hiç yorum yok: