Salı, Ekim 26, 2010

Diziler...

Yeme, içme gibi bir şey oldu artık diziler. Yaratıcılıktan bir haber olan film ve dizi sektörü aynı zamanda Türk yapımcıları okul, polis ve eski romanlardan uyarlama bol soğanlı dizileri önümüze pişirip pişirip koyuyorlar, Bizim ufo gören masum halkımız da akşam yemeğinden sonra çayı ocağa koyup geçiyor plazma televizyonlarının karşısına.

Eski topraklar gençlik anılarını anlatırken yazlık sinemaların sıkça lafı geçerdi. O yazlık sinemalarda “ağlamalı” filmlerin raftingi pek iyi olurmuş. Tercih sebebiymiş yani. Sinemaya girerken bilet kesen vatandaşa sanatçıların ismi değil de filmin ne kadar acıklı olduğu, “içerde ne kadar ağlarız acaba” diye sorular sorulurmuş. Sonra tahta sandalyelere oturulup ağlaya ağlaya çekirdek çitleyip film izlerlermiş.

Şu otuz kırk senede değişen ne? Artık sinemada değil de plazma karşısında izleniyor garip ama aynı gariplik ölçüsünde tiryakilik yaratan bu yapımlar. Üstelik izlendikten en fazla bir yıl sonra unutulan, adı anılmayan, ucuz yapımlar.

Hatırlıyorum da iki binli yılların başında “asmalı konak” furyası vardı, yıkılıyordu ortalık.Özcan Deniz’in giyimi şöyleydi, anasının başörtüsü böyleydi diye garip trendler oluşmuştu. Bu arada Kapadokya bölgesine tur yapan firmalar güzergahlarına asmalı konağı’da koymuştu. O yıllarda iş için sık sık Kapadokya’ya gittiğim için biliyorum bende bu konak denilen yeri. Ben deyim müze, siz deyin ören yeri gibi hınca hınç doluydu mekan. Etrafındaki seyyar satıcılar bile son model araba sahibi olmuşlardı.
Şimdi ise ne konak, ne orada yıldızı parlayan oyuncular nede dizinin adı geçiyor… Yemiş, yutmuşuz, gidere atmışız.

Mayıs 2010 itibariyle 42 yerli dizimiz varmış. Sonbahar döneminde kaç dizi var bulamadım fakat her gece insanları ekrana kilitleyecek birkaç dizi olduğu kesin.

Hiç yorum yok: