Salı, Kasım 22, 2011

Paris

Paris'ten döneli yaklaşık 2 hafta oldu ama elim bir türlü yazmak için sayfama gitmedi. Şimdi de zoraki dokunuşlarla harfleri yapıştırıyorum ekranıma... Neyse bir yerden başlamam lazım sanırım.

Ramazan bayramında bir anda isviçre basel'e bilet aldık. Basel'den Paris'e geçeriz dedik. Geçtikde. Basel euroort diye geçiyor avrupada. Almanya,fransa ve isviçre'nin kesişim noktasında olduğundan bu üç ülkeye kapısı var. Schengen geçerli olduğundan rahatsınız. Biz fransa kapısından doğal olara fransa'ya girdik. Öncelikle en yakın tren istasyonu olan St.lois'e bi kaç dakikada otobüsle gittikten sonra st.lois''den Mulhouse'a 20 dakikada gittik. Zaten mulhouse dışında elimizde paris'e trenle gitmek için sadece strasburg seçneği vardı. Biz mulhouse'ı tercih ettik. Bu şirin kentin telafuzu her dilde başka.Kimi miloz, kimi muloz, kimide garip garip muloş falan diyor. Çıldır geliyo insana, bir de pratik zeka sıfır, bir de halkın ingilizce konuşmamaı ilk günden ilerleyen günlerde asabileşeceğimin habercisi oldu.

Fransa'da şehirler arası otobüs aramayın. Only tren. Öyle böyle tren değil ama çok profosyonel sistemle işleyen lüküs trenler. İçinde bar,wc herşey var. Uçak kadar da pahalı. Biz üçbuçuk saatte mulhouse'dan paris "gar de est"e vardık. Otelimiz gara çok yakındı bulmakta sorun yaşamadık.

İlk görüşte paris bana çok kozmopolit geldi. Harala gürele, zenciler ve trafik.

Bazı şehirler vardır insanı hemen kabul etmez, misafir muamelesi yapar kendini eğreti hissedersin. Gelip geçen gözleriyle sen turistsin die bağırır. Paris işte böyle bir yer hiç değil. Bir kere millet birbirinden korkuyor, hissediyosun. Herkes tabiri caizse fransız. Ölsen dönüp bakılacak yer değil. Bazen cevap alacağımı düşündüğüm tiplerle konuşmaya çalışıyorum. Adamın kulağının dibinde hello,excusme, aloooo, hemşeriiiiiiiiiiiiim dedikten sonra anca dönüp ablak ablak bakıyorlar.

İlk gece otelimizde hemen uyuduktan sonra ertesi gün şehri keşfetmek için dışarı çıktık. Pazar günüydü ve her yer kapalıydı. En yakın metroya gidip bir harita ve 10'lu bilet karnesi aldık.Metro çok karışık görünsede ilk etapda "direktion"ları kavradıktan sonra problem kalmıyor. İstediğiniz her yere paris'te metroyla ulaşabiliyorsunuz. Yani oteliniz eyfe'e uzakmış yada Şanzelize'nin dibindeymiş dert etmeye gerek yok. Metro fena fonksiyonel. Yalnız sidik kokuyor. Leş gibi çiş kokuyo şehir. Bu kadar çok içilen bir şehirde bu normal dieyebilirsiniz. Ama bu şehir de yerlerde öbek öbek kusmuk ve balgamlarda var. Bu şehirde insanların yüzde doksanı hayvan gibi yaşıyor. Geriye kalan yüzde onluk elit kısım jetset diyebiliriz. Ama yüzde doksan bildiğin hayvan. Paris'in adı sanı, kozmetik devi oluşu, moda merkezi oluşu sizi yanıltmasın. Obejektif olmam gerekirse ne kadınlar giyinmeyi biliyor ne erkekler nede travestiler. Çok varoşlar çok.

Bu şehrin ben en çok saint germen mahallesini sevdim. Orada zenci çok azdı, kafam rahattı. Çok şık cefelerde güzel şarap içme imkanı bulduk. Müthiş deniz ürünleri yedik. Güzel bi kaç insanla tanıştık. Ayrıca burada hayatımda yediğim en lezzetli kuki'yi yapan butik pastaneyi buldum. Manyak güzeldi.

Bunların dışında klasik olarak şehri üstü açık busla gezdik. Eyfele gttik, sen'de tekneyle gezdik.

Ama dedğim gibi ben en çok saint germen'i sevdim. Arka sokaklarında dolap beygiri gibi döndüm durdum.

Bu şehirde ben kilometrelerce yürüdüm...

Ama çok sevmedim. Hatta buraya foto bile koymuıycam. Görmek isteyen anasayfadaki albümüme tıklasın.

Bu arada disneylan'da ayrı bi yazı konusu.
Soru varsa alayım. Ayrıntıya grmycem.

Hiç yorum yok: