Perşembe, Eylül 25, 2008

25 Eylül Perşembe

Günlerdir kan ter içerisinde uyandığım, güneş henüz doğmamış sabahlarda istedim ki gözlerim uçsuz bucaksız yeşillerin arasından mavi denize ulaşsın ve ihtiyacım olan tüm ruhsal ve bedensel gereksinimi bir vantuz gibi çeksin içime kana kana. Oysa kuzeye bakan soğuk bir pencereye prangalanmış yatağım ve karşımda gördüğüm dokuz katlı bir beton parçası, gölgesi beni yutacak gibi. Sıcak da olsa yine de soğuk heryer, ısınacak ısıtılacak gibi hiç değil.

Cam kenarında kitaplarım, ilaçlarım ve bana suni tenefüsle hayat veren klavyemin kuması küçücük az kullanılmış hediye defterim. Uzun zaman olmuş mürekkebe bulaşmayalı, zorlanıyorum. Kalemle mücadele ağır geliyor, hiç de özlememişim meğerse.

Farklı ruh halleri, farklı bulutlar dolaşıyor insan yalnızken üzerinde ve bu bulutların yağmurları şaşırtıcı damlalarla acıtıyor düştükleri yerleri. Özellikle geceleri daha bir hazin gelişiyor herşey. Sanki yüzyıllardır yapayalnız sürgün edilmiş, yerinden yurdundan uzakmışsın gibi anlamsız sorularla sorguluyor insan kendisini. Sebebini bilmeden, çoğu zaman da gereksiz yere.

"Psikoloji" ile sınırlanmış tüm manevi dünyan hasar görmek için bahane arıyor yani. Küçücük bir kişisel açık dev bir gedik olmak için pusu da sanki beni boğacak burda. Kendimle çelişiyorum, farkındayım çoğu zaman.
Bir yanınla diğer yanının tartışması diğer insanların kulağına gitmeden sağır edici bir bir gürültü haline dönüşüyor kafamın içerisinde biryerlerde. Sonrasında bulunamayan "açık" yerini daha dingin farklı düşüncelere bırakıveriyor. Rahatlıyosun bir anda kendinle girdiğin mücadelede.

Heryerde karşıma çıkan, buradada rastladığım vede nefret ettiğim bir hayat matematiği gerçeğim var. Bir türlü kendime rol edinememişim o sahnede fakat ısrarla içine çekilmeye çalışılıyorum beceremediğim denklemlerle çarpıştırılmak üzere. Ben bu konuda mağlubiyeti görmüşüm, pes demişim zaten. Duygularımı sert mantıkla harç ettiğim yanımla varım diyorum. Birşey anlatamıyorum.





Hiç yorum yok: