Pazar, Aralık 24, 2006

"Belki garip bir kemancıyım"

















Kulağıma çizik bir plaktan çalan en damar şarkılar “bu da geçer, dayanmalısın” derken havalar bir o kadar soğumuş, bir o kadar yalnız kalmışım ayazında. Beni bir türlü anlamayan insan sürülerinde tek başıma kalmışım, boş gözlerle bakıp, boş kulaklarla dinleyen. Konuşmak için bırak bir şarapçı, başını okşamak için sokakta üşüyen uyuz bir köpek bile yok bu taraflarda. Rüzgar her yerden esiyor, vuruluyorum her yerimden ama ölemiyorum soğuğunda.

Bütün yalnızlık parçaları bana çalıyor, benim için ağlıyor martılar, benim yüzümden anlatılıyor bütün acıklı aşk hikayeleri. Ben örnek gösteriliyorum elleri henüz kalem tutmuş bebişlere, ben ibretim şimdi yanmamışlara, yanmışım çünkü…

Sahiller eskiden içimi açardı. Denize bakıp hayaller kurardım.Suya bakıp geleceği söyleyen falcılar gibi bende ufukta görürdüm geleceğimi, rahatlardım bu şekilde güzel İstanbul ’umun güzel kıyılarında. Şimdi ise deniz kenarlarında dalgakıranlara, sakin kayalıklara sığınıyorum kimsenin beni görmemesi, tanımaması için. Özenti oldum, şarap falına bakmaya başladım, bende sahtekar falcılara inat. Ama iki kelime etmeden bitiyor şişeler, bakıp ta söylenecek bir şey kalmıyor ortada, o da olmuyor.

Çok şey değişti burada, çok. Mesela artık içmek için havanın kararmasını bekleyemiyorum, zaten bir türlü aydınlanmıyor hava, değişmiyor renkler. Kan kahverengisine bürünmüş yer gök. Belki de kahverengi bir tını olmuşum, belki garip bir kemancıyım eski Türk filmlerinden çıka gelmiş. Sempatik bir berduş olmuşum, kendim yaşıyor, kendim beste oluyorum. Ağlamaklı bir şarkı oluyorum kulaklarında, dinlensin ama dökülmesin diye içilesi gözyaşların...

Hiç yorum yok: