Pazartesi, Ocak 08, 2007

Sen anlarsın...











Okuduğum kitapları, dinlediğim hikayeleri yada kendi kendimce oluşturduğum amatörce senaryoları zihnimde bir film gibi canlandırmak gibi bana hiçbir şey kazandırmayan becerilerim var. Okumak, dinlemek gibi fiilleri gerçekleştirirken ben bunları yaşıyorum demek de çok doğru.Yani kulağımdan giren kelimeler, bir cd’nin cd playera girdikten sonra televizyona yansıması gibi benim hayali “yarı açık” sinemamın perdelerine yansıyor.

Çok önceleri, ne zaman ve kimden duyduğumu bile hatırlamadığım, yeni evli bir çiftin başından geçen hikayeyi anımsadım bugün serviste, aracımız beyaz şeritleri tek tek yutarken…

“Birbirini çok seven iki sevgili, eski İstanbul’umuz da evlenmeye karar veriyorlar vakti zamanında. Evleniyorlar da. Zaman ilerliyor, günler geçiyor ve günler geçtikçe bu mutlu çiftimizin mutluluğu daha da artıyor birbirlerine daha da bağlanıyorlar, ilişkileri karakter sahibi oluyor. Evlerine yakın bir arkadaşlarından gelen hediye cins, yavru bir köpekle de keyifleri daha da artıyor.

Minicik yavru köpek evin maskotu, neşesi oluyor. Sayesinde hiç sıkılmayıp yüksek sesle gülüşmelerine sahne oluyor evleri beraberce geçirdikleri süre içerisinde.

Ev hanımın temizlik gibi hoş bir alışkanlığı da çevrelerinden takdir almasına hatta bazen hanım arkadaşlarıyla yaptıkları toplantılarda ve günlerde bu özelliği gıptayla imrenilmesine bile yol açıyor. Her gün silinen camlar ve halılar, komple evin havalandırılıp dezenfekte derecesinde silinip paklanması onun için rutin bir olay haline gelmiş anlıyacağınız ve tabi her daim devam eden “bahar temizliğinden” bizim yavrucak da nasibini alıyor.

Evde süre gelen saadet, çok da uzun sürmüyor ne yazık ki, gerçek hayatta da olduğu gibi. Minik köpek yemek den kesilip halsizleşiyor. Eve geldiği ilk günkü enerjisinden geriye hiçbir şey kalmayıp, dünya ya yarım açılan gözleriyle bakmaya çalışıyor.

Evin babası İstanbul’un en ünlü baytarlarına götürüyor, türlü ilaçlar veriliyor minik cılız bedenli hayvana fakat hiçbir şey fayda etmiyor, kendisine bir türlü gelemiyor.

Bir gün genç damat, öğretmenlik yaptığı mektebin öğretmenler odasında hayıflanıp arkadaşlarıyla konuşurken konuşmalarına hademe kulak kabartıyor ve şahit olduğu konuşmaya orta yerinden,
-“Bizim komşumuz Sait usta’ya göstersek birde yavrucağınızı”diyerek dalıveriyor.

O akşam kendilerini yaşlı usta’nın evine atıveriyorlar. Sait usta birkaç soru sorup minik hayvanı ellerinden alıyor ve biraz inceliyor, onbeş gün sonra da gelin bebenizi alın diyor. Nasıl olur, ne münasebet gibi sorular genç çiftin ağızlarından çıkacak gibi de olsa, başka şansları olmadığı için onu yaşlı ustaya bırakırlar.

İki haftanın nasıl geçtiğini anlayamayan çift Yaşlı usta’nın evine gidip kapısını çalar.Evde ihtiyardan başka kimseyi göremeyince bir an birbirlerine bakakalıp nerde o diye sorarlar ustaya.
-Beni takip edin çocuklar diyerek şarap içmekten çatallaşmış, gürleşmiş sesiyle, üç katlı eski binanın koridorlarını inletir usta.

Sokağın başındaki marangozhaneye önde usta, arkalarında çiftimiz yürüyerek giderler. İçeri girdiklerinde kokuyu alan minik köpek hızla gelip çiftin üzerine atlar. Bembeyaz hayvan gidip yerine kirden, talaştan ve isden oluşmuş bir sokak köpeği gelmiştir. Hatta hiç kaşınmayan minik köpek karşılarında bir de kaşıntı şovu yapmıştır. Temizlik hastası genç kadın gördükleri karşısında adeta küçük dilini yutmuş, hayretle bakakalır. Gülse mi ağlasa mı bilemez genç kadın.

Damat sevinçle teşekkür ederken yaşlı ustaya aklına köpeklerinin rahatsızlığını, neden zayıf düştüğünü sormak gelir ve sorar.

- Pire , der usta.Piresiz köpek mi olur!
Devam eder usta, her zaman temizlik her şeye iyi gelmez.”
Kıssadan hisse yada bu hikayeyi şöyle de açabilirim. Doğru diye kabul edilen her şey aslında doğru olmayabiliyor, doğrunun tam terside doğru olabiliyor.

Bana da bir Sait usta lazım.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

:)