Perşembe, Ocak 11, 2007

Sömürülmüş duygularım var... Sahibinden

Lee cooper reklamları vardı bir zamanlar. Elleri iki baldıra şaklatıp, daha sonra aynı elleri ritimli bir şekilde alkışlamak suretiyle kullanılan hoş çalışmaydı. 20 sene öncesinin görsel şartlarında da bayağı tutmuştu.
Bu reklamdaki el hareketlerini bende İstanbul’un şartlarına uyarlayarak, daha sessiz ve seri bir hale getirdim. Bulunduğum yerin içerdiği tehlike unsurlarına bağlı olarak da aynı anda arka cebimdeki cüzdanımı yoklarken, diğer elimle de ön cebimdeki cep telefonumun çarpılıp çarpılmadığını kontrol ediyorum.

Ellerim yakın bir zamanda değmemesi gereken bir yere değdi, istemeden. Çok canım yandı. Kendi düşen ağlamaz ifadesinin tam tersine ağlatacak kadar acıttım kendimi.
“Duygularımın sömürüldükten” sonra kalan kısmına denk gelmiş meğer benim minik el ve hakikatten beter sancıdım. Tekrar dokundum biraz daha sancısın diye. Niye mi? Bende bilmiyorum.

Geçmişe dönüp bakıyorum, çünkü o şekilde daha iyi anlaşılıyor her şey.Nerede sömürüldük yada neden diye?
Daha güzel görünüyor geçmiş gelecekten, gerçekten. “Keşke” olayı hiç yok, dememişimde. Aslında şimdi olduğu gibi o zamanlarda da öngörüm hep yüksekmiş. Ne dediysem hep olmuş, yada dediklerimi yapmışım, düz çizgimde. Nostradamus’u olmuşum kendi zamanımın. Zamanı gelmiş Arsen Lupen olmuşuz, çalmış kaçmışmıyız? Bilmiyorum.

Her dönem ayrı zımpara ayrı bir biley olmuş. Ne kadar keskinleşmişsem bir yandan da o kadar incelmişim aslında. Duvarlarımı örmüşüm, kalemin ve bir başıma. Aslında kale duvarı öreyim derken duygularımı mı sömürttüm, çıplak mı kaldım ayaza? Bilmiyorum, bilemiyorum.

Bildiğim, duvarları yanlış yere örmüşüz. Bizim kale kalecisiz, "kale boş"...

Hiç yorum yok: