Pazar, Kasım 12, 2006

Arabesk

Arabesk yaşıyorum bu ara. Dev bir fanusun içinde bol acılı yemeklerle beraber içerken, gırtlağımı yaksa da rakının dibine vuruyorum her gece.Bol sigara dumanlı, göz gözü görmeyen yerlerde.
Gülmekten ağlıyorum karanlıkta, ama karşımda oturan, tanımadığım adam bile göremiyor gözyaşlarımı. İnsan bir el istiyor bazen omzunda yada “niye gülerek ağlıyorsun kardeşim” diyecek bir ses…


Kulağımda en damar arabesk parçalar. Dinliyor, dinliyor içiyorum. Hoşuma gidiyor, garip zevkler alıyorum gene ve bende güzel olmayan sesimle feryat figan eşlik ediyorum benden de bet sesli pavyon şarkıcılarına. 70’li yıllarda çekilmiş filmlerin platolarında gibiyim buralarda. Birileri kavga etsin, başımın üzerinden viski şişeleri, sandalyeler uçsun, karambolde bende birileriyle kavga etme fırsatı bulurum belki diye akbaba gibi erketedeyim.

Gündüzleri değil de geceleri bir farklı oluyor her şey yada ben farklılaşıyorum. Giymeyi sevmediğim elbiselerin içinde buluveriyorum kimi zaman kendimi. Kimi zamansa ait olmadığım bir dünyada. Görenlerinse ilker’in burada ne işi var diyebileceği…
Uzaklarım yakınlaşmış gibi geliyor, yada gidemediğim yerleri yakına çekmiş gibi. Yada her neyse…

Tüm ihtimallerde de istediğim gibiyim.Huzursuz olmanın huzurunu yaşadığım gibi mutsuzlukla gelen mutluluğu da sevdiğimi biliyorum. Tam melankolik bünyeme yakışır bir hayat yani. Üzgün olmadığım zamanlar aklıma gelince üzülüyorum, kafam karışıyor. Ters gitse de bir şeyler, bende rutinime dönsem diye hayıflanıyorum…
Ben gri gökyüzünü sevmem derken kendime bile yalan söylüyormuşum yani. Grilikle gelen yağmur bulutları beni rahatlatıyor aslında. Yukarıda da birilerinin ağladığını görmek, yandaşlarımın bütün dünyayı ağlayarak ıslatması ve bu yaşlarla hissettiğim çoğalma hissi. Olay bu işte.

Ben aynı şarkıyı defalarca dinlemeyi seviyorum. Ben bazılarının kıro dediği adamları aynı zamanda ezberleyemeden söyledikleri hit olmuş parçalarının yer aldığı albümlerde, cımbızla içime çektiğim parçaları dinlemeyi seviyormuşum meğerse. Ben kimsenin yakalayamadığı virgüllerde hıçkırmayı, ben kimsenin farkına varamadığı nefes aralıklarından ve yutkunmalardan garip anlamlar çıkarmayı kendileriminkilerle özdeşleştirmişim meğer bilmediğim zamanlarda.
Ben köşe başlarında üşüyerek bira içmeyi, sahildeki kayalıklarda şarap içip boş şişeyi gücümün yettiği en uzak noktaya atmayı seviyormuşum aslında.
Aslında ben ağlamayı, ağlayarak gülmeyi seviyorum.
Ben olmamam gereken yerlerde olmayı seviyor, yaşamamam gereken şeyleri yaşamayı seviyorum. Bırak beni, bırakın benim kıyıma doluşan pislikleri. Ben onlarla yaşamayı da çok ama çok seviyorum.

Hiç yorum yok: