Pazar, Kasım 12, 2006

Hicaz...

Türk millettinin en sevdiği, aynı zamanda duygularını en iyi ifade edebildiği makam hicazmış. "Uyusunda büyüsün ninni, dandini dandini dastana" ile başlarmış hicaz yolculuğu ta-ki öldüğümüzde "hicaz" okunacak ezana kadarda devam edermiş. Neden sezen'in şarkılarında bu kadar hicaz var şimdi daha iyi anlıyorum. Kurt kapanı denilen bi hareket vardır güreşte, rakibin boynundan yakalanıp hiç bir hareket yapamadan hatta kıpırdayamadan olduğu yerde kalması ve rakibin puanları kapması. Hicaz işte benim için öle bişey...

Hiç kalem kırmadım daha önce ama klavyemi kırdım geçen gün. Çok kullanıldığındanmıdır yada miyadı mı doldu bilemiyorum ama 99'dan beri bana bi-fiil hizmet eden klavyem tekledi sonunda. İttim, vurdurmaya çalıştım biraz boşa alıp ama yok, banamısın demedi. Daha fazla açı çekmesini istemedim ve bir kiremit gibi ellerimle kırdım.

Arada beraber geçen bunca zamana ve şahit olduğu onca yasak, bazen günah, bazende çok kutsal konuşmalara aynı zamanda "artık"larıma rağmen genede aramızda hiç bir bağ oluşmadığını farketmek sadece beni düşündürdü. Garip geldi belki de; sanırım sonrasında hissetmeyi düşündüklerimi hissedemediğim içindir. Çünkü bu tip şeyler zaruri bi ihtiyaç gibi görülüp bişey ifade etmesede genelde insanlar için, bense bunu ulaşmak istediğim yerlere bir köprü gibi algılar ona göre davranırım basit bir cihaz olsa bile. Ama bu sefer olmadı, hiç bişey hissetmedim...

İki gündür yazmadan oturmak, dilimin damağıma çivilenip cezalanması hissini verdi bana. Oldukça kötü hissetim kendimi. Yapmak istediğini yapamamak, öylece hareketsiz bir felçli hasta gibi gözlerin dışında başka bir yerinle çığlıklarını duyuramamak gibi. İşte asıl "hicaz" bu dedim kendime, benim hicazım...Zamanda bulamadım klavye alışverişi yapabilmek için taki bugüne dek. Ama sonunda atlattım sendromumu...

Hoşgeldin yeni köprücük, hicazdan uzak olalım senle.
"Polly"sel hikayelere, dalya...
:)

Hiç yorum yok: