Perşembe, Eylül 28, 2006

Ağlarsa your mother ağlar

Farkında olmadan iyice alaturkalaştırmışız meğer bünyeyi.
Eller havaya olaylarını bitirip, masada oturup konuşup içerek geceleri sabah ettikten sonra zargoya ikinci kez yakalanmadan çorbacının yolunu tutar hale gelmişiz.
Zamana yenilmeyen bi zevklerimiz vardı, öyle sanırdık. Onlarda değişiyormuş damak dışında sanırım. Zaten onuda keybedersek eyvah ki ne eyvah...

Elime, geçen günlerde meşhur hoca adnan hoca'nın kalınmı kalın nerdeyse 3 kilo çeker ansiklopedisi geçti elime. Evrim teorisiyle ilgili çalışmışlar . Cilalı süslü, üstünde sinekler paten kayacak kadarda aynalı sayfalar.
Fosillerden bakıp 3000 sene önceki yaprak neyse şimdide aynı yaprak, 300 sene önceki balık neyse bugünde aynı balık diyo arkadaşlar... Yani değişen bişey yokmuş, sadece değişen zaman. Birde o mantıkta maymundanda gelmemiş oluyormuşuz. Gerçi gelsek ne gelmesek ne! Zaten maymun olmuş millet.
Rakının türlü versiyonları çıkmış anası, danası, meyi, zurnası vitrinlerde yer kaplar. Kafa cilalayıcılar okullarda kantinlerde ekmek arası satılır. Verişkenler normallerinin yanında tavan üstüne tavan yapar. Ondan sonra ağlarsa your mother ağlar.
Yani;
Traji komik yaşıyoruz. Adeta ölmemek için yemek yiyip, ölmemek için çalışıp zaman tüketerek.
Öyle bir tezgah varki uzaklarda, öyle bir uzaktan kumanda varki uzaklarda; uzaktan kumandayı elinde tutan bile bir başka kumandayla kumanda ediliyor. Çok kumandalı bir cümle oldu ama bu kumandayla kontrol edildiğimiz gerçeğini ne yazikki değiştirmiyor.

İyisimi;
Şu ramazanı kısaltalım biraz, kaldığımız yerden devam edelim masalarda. Nasıl olsada öylede böylede bişey değişmiyor, en iyisi karaciğeri çalıştırmak.

Hiç yorum yok: