Cuma, Eylül 15, 2006

Metropol Hastalığı

İstanbul'da insan manazaraları artık değişmekle kalmayıp hayat kangrenine doğru yol almaya başladı bile.
İşe gelip giderken gördüğüm insanların ruh hallerini gördükçe canım sıkılıyor onlar için ve üzülüyorum. Belkide kendime de!
20 - 25 Yaşlarındaki insanlar artık etraflarına 50'li yaşlardaki insanlar gibi bakıyor, hiç birşeyden zevk almıyor, mutsuz oluyor ve mutsuz ediyorlar. Pili bitmiş reklamlardaki tavşan gibi rutine bağlanmışlar, belkide bitkisel hayattalar farkında olmadıkları.
Servislerdeki genç bedenler sanki asılmaya giden mahküm gibi boş gözlerle etraflarına bakıyorlar, bence bakmıyorlar ya; sadece gözleri açık...
Ve bunun adına metropol hastalığı deniyor. Erken yaşlanıp kavak ağacı misali içten içe erime, erken çökme...
Yan yana geldiklerindeyse mevzu buralardan kaçıp gitme durumuna geldiyse, hep ortak hayaller. Muhtemelen ege yada akdeniz'de gittikleri tatilde onları büyüleyen doğa ve o tabiatta "basit"ce yaşama arzusu insanlarımızı daha doğrusu genç yaşlıları oralarda yaşamaya çeken...
Egzosun olmadığı , dur kalk yaparak bacak kasının oluşmadığı, ertesi gün ne giyeceğimin düşünülmediği hayali rüyasal kentler.
Kravat yada takım elbiseler giymek yada bol makyaj artık aşılmışlık ötesi bıkkıntı sadece.
Bahçede domates ekmek istiyor artık popoya victoria secret çeken eller.
Tek odalı bi evim olsun birde balıkçı sandalım yada sadece buralardan, sıkıntılı tekdüze hayatdan kaçmak için yurtdışında bok temizlemeye razıyım durumları. Evde çoraplarımı yıkamam ama Londra'da çocuklara bakarım diyenlerder varya o da ayrı bi mesele!!!
Eskiden yuvarlanıp gidiyoruz derlerdi nasılsın diye sorulduğunda. Şimdiyse sürtünerek parçalanıyoruz sanal zımparada...

Hiç yorum yok: