Cuma, Eylül 08, 2006

gökkuşağı fabrikası

Bir kitapta okumuştum.
Kutuplarda geçimini sağlamak için hayvanları öldürüp kürklerini satan avcılar değişik bir yöntem geliştirip deniz ayılarının postlarına zarar gelmeden ölmesini sağlıyorlarmış.
Uzun süre bileyleyip jilet kıvamına getirdikleri baltaları, keskin ucu yukarı gelecek şekilde karın altına gömüyorlar ve açıkta kalan keskin tarafın üzerine kan damlatıyorlarmış. Kanın kokusuna gelen dev hayvan kanı, dolayısıyla baltayı yalamaya başlıyor yaladığı kan dilinin kesilmesiyle kendi akan kanıyla karışarak yutağından midesine doğru ilerliyor. Uzun süre kendi kanını içen zavallı hayvan bir süre sonra aşırı kan kaybından can verip, yıkılıp kalıyor olduğu yere...
İğrenç, kahpece bir ölüm. Arkadan vurmaktan farksız!!!
Kendi kanını içerek ölmek. Öldürülmek!

Düşününce bende mi diyorum.
Bende farkında olmadan kendi kanımımı içiyorum, benden gizli hayatıma saklanmış baltanın keskin ucunu yalayarak!
Ya tüm insanlık aynı şeyi yaşıyorsa!
Kader denilen baltayı yalayarak, herkes kendi kanını içip ve teker teker kan tükenince yıldızlar ülkesine giderek! Yada adına ne denirse...
Düşündükçe üzerimdeki yapraksız ağacın gölgesi tüm beni kaplıyor daha bi heybetli oluyor, simsiyah oluyor her yanım.
Oysa gökkuşağı fabrikası kurmak içindi iyi niyetli insanlardan toplanan tüm gönül sermayesi ve farklı meridyenlerden gelen insancıl fedakarlıklar.

Hiç yorum yok: